Ekrem İmamoğlu, bu münazaradan 23 Haziran’da da seçilecek başkan olarak çıktı. Binali Yıldırım için görünen en iyi koltuk, Cumhurbaşkanı yardımcılıklarından biri olacaktır.
İster seküler, ister muhafazakâr olsun Kürtlerin Ekrem İmamoğlu’na olan desteği, toplumda filizlenen umudu daha da güçlendirme potansiyeli taşımaktadır.
Gerçek olmayanı sunan haberler, haber görselleri ve kullanılan alt metinler ile yaratılan illüzyon toplumun bir kısmını gerçeğin değil üretilmiş, sanal gerçeğin içine hapsediyor.
Yeşil pasaport, eğitim süresinin uzatılması gibi işin bürokratik faaliyetlerini gerçekleştirmek zor olmasa gerek. Zor olan siyasi tercih gerektiren hedeflerin gerçekleştirilmesinde.
İslam dünyasındaki ülkelerin temel sorunu, ilahi olan dinin, dünyevi olan iktidarın aracı haline getirilmesi ve kullanılmasıdır.
Gezi protestoları bir sonuçtu. İktidarın kimlik siyasetine, kendi siyasal tercihlerini topluma empoze etme girişimlerine karşı farklı kimlikte olanların ortak bir itirazı ve başkaldırısıydı.
Türkiye’deki medyayı izlediğinizde aynı ülkeden değil, ana aktörleri aynı ama siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan birbirinden hayli farklı iki ülkeden bahsedildiğini düşünmek pekâlâ mümkün.
Siyasi iktidar için eğitim, toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürme projesinden en güçlü ideolojik aygıt. Diğer iki güçlü aygıt ise 'Diyanet İşleri Başkanlığı' ve 'medya'.
23 Haziran’a giderken Binali Yıldırım yalnız değil. Neredeyse tüm 'devlet' arkasında. Buna karşın Ekrem İmamoğlu ise birbirinden çok farklı toplumsal kesimlerin ortak adayına dönüştü.
İstanbul’un AK Parti tarafından kaybedilmesi bu iki siyasi hareketin partileşme sürecinin de hızlanması anlamına geliyor.
Türkiye’nin yeni bir hikâyeye ihtiyacı var. Ve görünen o ki, bunu yazacak olan siyasetin içindekilerden daha çok, İmamoğlu etrafında kendiliğinden bir araya gelen tek tek insanlar olacaktır.
Bu karar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süre önce temenni olarak ifade ettiği 'kızgın demiri soğutma' ya da 'Türkiye İttifakı' açılımlarının tam tersi yönünde atılmış bir karardır.
AYM’nin kararı, beni kamu vicdanı önünde bir kez daha temize çıkarsa da sevincim buruk. Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde bir kez daha tekrarlayalım: 'Gazetecilik suç değildir.'
Devletin öteki kabul ettiği parti ve toplumsal grupları sistem dışına itecek bir toplumsal uzlaşma arayışına değil, tüm toplumu içine alacak bir siyaset arayışına ihtiyacımız var.
Tıpkı fabrika ayarlarına dönüş tartışmasında olduğu gibi, Türkiye ittifakının ortaya çıkış nedeni, iktidarın 31 Mart’ta elde ettiği yenilginin olumsuz etkilerini azaltmaktır.
Bir süre sonra sıradan vatandaşlar, yerelde işleyen demokrasi ve demokratik teamüllerin büyük siyasette de işlemesini talep edecek, bunun siyasetine sahip çıkacaktır.
İktidar, Türkiye’yi ve seçmenini gerçekliği olmayan 'beka' kaygısına hapsetti ama kendi seçmeni dahil çoğunluğu ikna edemedi.
Türkiye’nin gündemi İstanbul değil, yüksek işsizlik, yüksek enflasyon olmalı. Yüksek faiz oranları, ekonomik küçülme olmalı. Toplumda artan kutuplaşmanın nasıl azalacağı olmalı.
AK Parti yerel seçimde oransal olarak oy oranını korusa da, birinci parti olarak çıksa da toplumda bir değişim talebi kendini seçim sonuçları ile ortaya koymuştur.
İstanbul, toplumsal mühendislik projesinin gündelik hayata ilişkin pratiklerinin en güçlü üretildiği il. Bunun içindir ki, kaybedilmesi, merkezi idarenin gücüne rağmen büyük bir kayıp demek.
Bu haliyle şu çok açık ki, demokrasinin verdiği ilk temel hak olan oyumuza göz dikildi. Özellikle İstanbul’da.
Kılıçdaroğlu'nun büyük siyasi vizyonunu tamamlayacak iki adım atma zamanı gelmiştir. Esas sınav ise toplumu ikna edecek ve güven verecek bir ekip kurup, kuramamak olacaktır.
Sadece sandığa gitmekle kalmamalı aynı zamanda oy kullandığımız sandığa da sahip çıkmak, içinde olduğumuz süreçte en büyük sorumluluğumuzdur.
Başbakan Ardern, korkunç bir terör saldırısı sonrasında hem sözleri hem de eylemleriyle kucaklayıcı, sahiplenici bir barış dili ile ülkesini birbirine daha çok kenetledi.
Ne yazık ki, seçimi ülkenin değil kendi bireysel ve kurumsal varlığı için 'beka' olarak görenlerin, toplumda yarattığı tahribat her gün biraz daha onarılmaz hale geliyor.
İnsan kendi kendine şu soruyu soruyor; söylenmemiş, yalan olduğu bu kadar açık olan bir cümle neden söylenmiş gibi kullanılır?
İslam dünyasında dini siyasallaştırmanın bunca açık sorunu ve olumsuz sonucu varken, siyasi iktidarın dini siyasal anlayış için sıçrama tahtası yapması en çok İslam’a zarar vermektedir.
Aleviler, Binali Yıldırım’a adında ‘Ali’ olduğu için muhtemelen oy vermeyecek. Buna karşın soyadında ‘imam’ geçtiği halde Ekrem İmamoğlu’na oy verecek.
Kadınların önünü tıkayan sadece siyasi iktidar değil. Siyasi iktidarın kadına bakışı bu kadar açıkken, buna alternatif olması gereken siyasi partiler de ne yazık ki sınıfta kalmıştır.
Kürtlerin bu topraklardan başka gidecek yeri yoktur. Bunun için de Kürt siyasi hareketine, tüm siyasi partilere ve siyasi aktörlere siyasete sahip çıkma sorumluluğu düşmektedir.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.