özel olan politiktir. yani mesele hangi fikirleri savunduğunuz, ne kadar sağlam durduğunuz değil, bir birey olarak özel hayatınızda ve tabii kamusal alanda nasıl hareket ettiğinizdir.
akp gider mi? gidebilir. ama iktidar olduğu yıllarda çok sağlam bir sistem kurdu. akp’nin gidip kurduğu sistemin kalması kuvvetle muhtemel.
oysa hepimiz öfkenin, sinirlerine hakim olamamamın bir hak olduğunu biliyoruz. toplum erkeklere kadınlar karşısında bu hakkı tepe tepe kullanma iznini veriyor.
dünyanın her yerinde kriz dönemlerinde intiharlar artıyor. ama türkiye’de ekonomiyi çok aşan bir çöküş var, 'afganlaştırma' teriminin uygun düştüğü bir süreç.
dansın siyasi hikmeti, uygun adım marş yürümeye itirazın simgesi olması
muhalif siyaset, düzenin sunduğu sentetik siyasi tartışmaların itiş kakışı içinde değil, insanların toplumsal sebeplere dayanan sorunlarıyla siyaset arasındaki bağı kurmakla olacak bir şey.
bataklık deyip bakmadığımız bölgede parametrenin parçası haline gelmiş bir gücün, bu çorak toprakta bize mahkum olduğunu mu düşünüyoruz?
harekâtın başlamasıyla birlikte, daha önce gündem olan birçok konu anılmaz oldu. yargı reformu, sessiz sedasız, beklentileri karşılamayacak bir şekilde kabul ediliyor.
türkiye cumhuriyeti ise komşularının çoğuyla sorunlu bir ülkeydi, şimdi dünyanın birçok ülkesinin kınadığı, yaptırımlar uygulamayı müzakere ettiği ve uyguladığı bir ülke haline geliyor.
başörtülü bir kadın gördüğünde dahi ürperen türkiye laikçiliğinin mevzu kürtler oldu mu, ışid’den bile korkmayacak hale gelmesi dikkate değer.
devlet bahçeli için allah’tan bir şey dileyeceksek, o şifa olsun ki bu dünyada hak ettiğini görsün. işimize bakalım, işimizi allah’a bırakmayalım.
geniş emekçi yığınlar ekonomik krizi iki ana başlıkta hissediyor: işsizlik ve pahalılık. öyleyse mücadelenin ve taleplerin de aynı eksende olması gerekmez mi?
nadira kadirova’nın ölümünün aydınlatılması bir vicdan meselesi değil, kadın erkek her birimizin güvenliğiyle ilgili bir konu. ama bu davaya kadınların sahip çıkması ihtimali daha fazla...
bugünün devrimciliği, radikalizmi ertelemecilik midir? ya da şöyle sorayım; gelecek, yirminci yüzyıl tarihi şablonlaştırarak kurulabilir mi?
ama zaman zaman haklı sebeplerle küfür etmek istediğimiz de oluyor. ne yapacağız? cinsiyetçi olmayıp da şöyle insanın içini ferahlatan küfür var mı?
belki soylu ve imamoğlu hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmeyi gündelik siyasetin gereği sayıyordur, lavrov ile trump muhtemeldir ki benzer bir tutumu diplomasi addediyordur.
gürültülü propaganda kampanyalarıyla değil. kara propagandanın zeminine yaslanarak kurulan her cümle de hayalini kurduğumuz o topluma olan mesafeyi artırıyor.
kürtaj hakkı için yürütülen eylemlerin ardından iktidar geri adım attı ama sadece göstermelik olarak.
rapçiler kendi bilinçleri kadar konuşuyor, bu eksik ya da yetersizse solcuya düşen bunun eleştirisi kadar bu insanlara neden ulaşılamadığıyla ilgili özeleştiri olmalı.
böyle bir kararla kayyum darbesi dolayısıyla yükselen ve belli ki pek beklenmeyen tepkileri yumuşatma, geriye itme beklentisi de olabilir.
artık chp dendiğinde öğrencilere ulaşım indirimi yapan ve kamu taşımacılığını 24 saate yayan partinin akla gelmesi gerekiyor, hdp dendiğinde barışta ısrarın...
erkeklerin şiddet tekelini kırmak için yapılabilecek onlarca şey içinde hukuksal çerçevede olanlar, devletin, yerel yönetimlerin gerçekleştirebileceği şeyler var.
farklı bir ideolojik iklimin oluşması gerekiyor. o iklim, erkeği, erkekliği yücelten her şeyle emine bulut’un boğazına saplanan bıçak arasındaki ilişkiyi görerek oluşturulur.
iktidarın her saldırısını güçsüzlüğüyle açıklayanlar var, ben onlardan değilim ama bu sefer gerçekten de öyle.
bu iki kadın seçmenlerin oylarını alarak kongre’ye seçildi, mensubu oldukları topluluk tarafından destekleniyorlar. ama yönetim onları abd’nin temsilcisi olarak görmüyor!
bugün türkiye’de bira içmek, çok tehlikeli bir madde olan bonzai kullanmaktan çok çok daha pahalı.
trans tutuklu esra arıkan açlık grevinde. bu cümlenin ardında gerçek bir hayat, meşakkatli bir mücadele var.
bugün bu insanların yanında durmak, onları bu ülkeye sürükleyen, açlığa, sefalete, binbir zulme mahkûm eden savaş sürerken bir de canlarının tehlikeye atılmamasını sağlamak sola düşer.
bu geri gönderme operasyonunun, hükümetin suriye’ye yönelik planladığı askerî operasyonla aynı zamana denk düşmesi tesadüf olabilir mi?
Medya Günlüğü'nde bugün Ayşe Düzkan Yargı reformu paketini, Gazete Duvar'dan Kemal Can 'Tarihle Oynamak' ve T24 yazarı Mehmet Tezkan ise 'Göçmenler'i köşesine taşımış.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.